15 Aralık 2014 Pazartesi

Chef'in Yemeği



 Geçtiğimiz gün Chef'i izledim. Daha yaziya başlamadan filme olan hayranliğimi da dile getirmek istiyorum. Zaten bu senenin kadro bakimindan çok zengin filmlerinden biriydi ve filmin de konu itibariyle gerçekten herkesi doyurduğuna inaniyorum.

 Film adinda da olduğu gibi bir şefin hayatindan bahsediyor, eğlenceli, komik ve lezzetli hayatindan. Filmi izlemeden önce aç olursaniz kötü olur çünkü izlerken ağzinizin sularinin akmamasi imkansiz. Filmden sonra muhteşem bir sofra hazirlayabilirsiniz kendinize. Çünkü gerçekten iştah açıcı.

 Filmi izledikten sonra oyuncularin harika performanslariyla gözünüz de doyuyor emin olun. Jon Favreau filmi yazmiş, yönetmiş ve başolünde oynuyor. Onun performansi gerçekten dudak uçuklatiyor. Yan karakterler çok iyi. 10 yaşindaki Percy'nin oyunculuğu o kadar tatli ki filme güzel bir hava katmiş.

 John Leguizamo'da filmin kenarda kalan ama en önemli parçalarindan. Dustin Hoffman varliğiyla filme güzellik katmiş. Scarlett Johansson'un rolü biraz sonu olmayan bir rolde olsa iyi oynamiş. Robert Downey Jr. çok kisa gözükmesine rağmen kendi tarzini yine yansitmiş filme. Yine Sofia Vergara çok iyi.



Herşey o kadar iyi ki filmde sosyal medya bile çok güzel kullanilmiş ve hayatimizi ne kadar kontrol ettiğini gösteriyor. Herşeyimizin onlar olduğunu komik bir dille anlatmaya çalişmiş. Ve olmak istemediğimiz insanlar olmaya zorlandiğimizi da gözler önüne sermiş.

Bloglardan, twitter'dan, vine'dan ve facebook'tan. Hepsinin hayatimizi nasil ele geçirdiğini ve iletişimimizi sadece onlardan yapabildiğimizi göstermiş.

Herşey bir kenara Jon Favreau bir kenara. Yani oynadiği rolü o kadar göğe çikartiyor ki ihtişami gözlerimize mükemmellik sunuyor. Bunun yaninda çok iyi bir yönetmenlik te sergilemiş.

Chef izlenilmesi gereken ve izledikten sonra mutlaka karnimizi tika basa doyurmamiz gereken bir film olmuş. Ama ne derler ellerine sağlik yemekler ve film muhteşem olmuş.
Ben çok sevdim..

10 Aralık 2014 Çarşamba

Efsanenin Ardindan..



Spor dünyasinda kendisini kanitlamiş, muhteşem şampiyonluklar yaşamiş sporcular vardir ya hani. Onlar her zaman ilerdedir herkesten. Efsanedir onlar. Karakterleriyle ve oyunlariyla ayakta alkişlanan sporcular.
Bizden bir efsane mesela. Alex de Souza.. Sadece Fenerbahçe mi? Hayir. Tüm Türkiye'nin saygi duyduğu, ayakta alkişladiği centimen bir kaptandi o. 8 yil. Dile kolay her yabanci oyuncu durmaz bu kadar. Ama bizdendi o, Türkiye'de büyüdü çocuklari. Her golünden sonra çikan eşi ve çocuklari. Ailecek sevdik biz aslinda. Alex de Souza. Fenerbahçe'nin efsane kaptani. 7 Aralik'ta son maçina çikti ama burdan kilometrelerce uzakta, özlemle, hasretle bizden uzakta. Nasil gitti nasil gönderildi girmem oralara ama böyle mi olmaliydi. Taa Coritiba'da. Oysa ki en çok istediği şeydi Kadiköy'de jübile yapmak.

Yapamadi, yaptirmadik..
Yakişmadi.

"I Love you Alex I Love you Alex I Love you Alex" tezahüratlari her zaman kulağimda.
'Yok böyle gol' edalari her zaman kulağimda.
Golden sonra kornere doğru elini yumruk yapan bir 10 numara. Her zaman gözümün önünde.
Golden sonra gelen o ses varya o ses "De Souzaaaaa" işte o andi bizim mutluluğumuz "ALEEEEEX"
Seninle yaşadik Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini, seninle yaşadik en büyük şampiyonluklari.
Ve en önemlisi de ne biliyor musunuz? Benim yaşimdakiler gibi, seninle büyüdük Alex.

Teşekkürler kaptan.
Mahcubuz sana kaptan.
Kusura bakma bile diyecek yüzümüz yok Kaptan.

İyi ki varsin..

343 maç
172 gol
139 asist
Sonsuz saygi
Sonsuz centilmenlik
Sonsuz sevgi
Sonsuz aşk...

1 Kasım 2014 Cumartesi

Kırmızı Araba Ağlıyor



Ferrari, Formula 1'in en köklü, en başarılı takimi. En fazla şampiyonluk görmüş kırmızı otomobil. O kırmızının pistin üzerinde jetten daha hızlı akıp gitmesi. Monza'da kazanılan her yarıştan sonra podyumun altında açılan büyük kırmızı Ferrari bayrağı.

Evet Ferrari bu yıllarda çok zor dönemler geçiriyor Formula 1'de, tifosiler üzgün. Maranello suskun. Önce inanılmaz kötü geçen 4 senenin ardından kovulan bir takim patronu arkasından başkanlıktan ayrılan Luca di Montezemelo.

Her şey darmadağın kırmızılarda. Gelgelim hala iki şampiyon, pistin en iyi pilotları hala Ferrari'de. Ama bu kötü gidişe kimse dur diyemiyor.



Fernando Alonso...

En çok Ferrari'nin kahrını çeken isim. Kırmızı tulum o kadar yakışıyordu ki ona. Ferrari'yi bir adim öteye taşımak için en çok uğraşanların başında. Ama bu senenin sonunda ayrılması muhtemel. Çünkü inanmıyor Ferrari'nin ona beklediği 3.şampiyonluğunu vereceğine.

Kimi Raikkonen ise çok ayrı kendi havalarında zaten. Ama her şeyden önemlisi Ferrari hep ayni teranede bu yıllarda.

Schumi'nin ruhunu istiyor taraftar. Formula 1'in en iyi takımından şampiyonluk bekliyor taraftar. Kırmızı tulumun içindekinden ruh bekliyor taraftar. Herkesin hayalini kurduğu o arabadan zafer bekliyor taraftar. Bizler. Tifosiler..


30 Ekim 2014 Perşembe

Hücuuum Fury Çıktı..



Aynen işte bu başlık gibi cuma günü film çıkar çıkmaz izlemek istedim Brad Pitt'in savaş filmi Fury'i. Ve benim gibi düşünen çok olacak ki sinema salonu daha önceki hiçbir yabancı filmlerde görmediğim kadar doluydu. E tabi bunda bayan izleyicileri beyaz perdeye çeken bir Brad Pitt çekiciliğinin de payı büyük. Her ne kadar film vurdulu kırdılı bir savaş filmi olsa da.

İşte böyle bir heyecanla film başladı ve iki saat boyunca hızla aktı gitti sanki önümüzden. Brad Pitt cidden çok çok iyi bir iş daha ortaya çıkarmış. Soysuzlar Çetesi'nde olduğu gibi Hitler'i pek sevmiyor sanki Pitt'in karakterleri. Yine bir Nazi düşmanlığı ve sonunda Amerika kaybetse bile o cesaret o kahramanlık yine göklere çıkarıyor sanki onları. Yani ben Amerikalı olsam baya böbürlenirdim filmden. Koltuklarım kabarırdı yanımdakine 'Bak gördün mü kaybetsek bile bizim cesaretimiz yeter' derdim. Filmden sonra da gururla eve giderdim.

İşte film zaten tam da bu amaçla yapılmış. Amerika harika, Amerika dünyanın en iyisi... Zaten hangi Hollywood filmi öyle değil ki. 'Biz buyuz işte görüyor musun Almanlar ne kadar kötü ne kadar pislik ama bize bak, biz Amerikalılar öyle mi? Hayır. Kahramanız biz' diyerek filmden çıkmışlardır yine kesin.



Genel hatlarıyla değerlendirecek olursam filmi, yani kısa kesip bu politik işleri filme dönecek olursam. Cidden iyi iş çıkarmışlar yani o kadar güzel işlediler ki içimize sanki Call of Duty oyunundan atlayıp benim savaşa gidesim geldi.

Konu olarak 2. Dünya Savaşı'nın son zamanlarını anlatıyor hatta belli bir bölümünü. 
Mesela tankların o kapışma sahnesi benim çok hoşuma gitti ben koltuğa tırnaklarımı geçirip izledim oraları hep. Savaşın doruklarına kadar çıkıp arada aşk,dostluk, kardeşlik (Dünyalıların değil tabi Amerikalıların kardeşliği) temalarını işleyip bize bir şölen sunmuşlar.

Ee ne diyelim ellerine sağlık..

12 Eylül 2014 Cuma

Epik Suç Başyapıtı: Heat



 Yillarin eskitemediği ve şimdiki suç filmlerinin ilham kaynaği olarak görülen iki usta oyuncunun varliği ve oyunuyla harikalar yarattiği Michael Mann filmi olan Heat bir başyapit olarak kabil ediliyor ve her ne zaman izlenirse izlensin ayakta alkişlaniyor.
 Ana konusu olarak tabi usta, tecrübeli ve zeki suç örgütünün yaptiği yasa dişi olaylar (hirsizlik,dolandiricilik) ve buna karşi savaşan iyi ve deneyimli Los Angeles Polisi. Buraya kadar konu çok tanidik geliyor şimdiki filmlerden tabi ve bu yeni filmlerin ilham kaynaği hep Heat filmi. Mesela 2009 yapimi Public Enemies filmide ayni yollari izleyen bir film ama Heat kadar başarili olamiyor Bale ve Depp’in harika oyunculuklarina rağmen.
 Konu dediğim gibi herkesin alişik olduğu bir konu aslinda suç örgütü kaçiyor polis kovaliyor ve en sonunda sıkıştırıyor kazanan polis oluyor. Yüzbaşi rolünde oynayan Al Pacino filmin ana karakterlerinden ilki ve kendi özel yaşami, 3. evliliği gibi konularla ruhsal bi çözümleme yapilip polis olanlarin ki özellikle cinayet ve suç masasinda olanlarin hayatlarinin nasil zor geçtiği ve giderek zorlaştiği görülüyor. Yüzbaşi Vincent’i (Pacino) gercekten seven onunla konusmayi dertlerini dinlemeyi seven ve önceki kocasindan olan kiziyla birlikte yanina taşinan bir kadini da anlatiyor film. Polis eşi olmanin zorluklarinida ince şekilde gösteriyor. Diğer taraftaysa suç örgütünün başini oynayan Robert de Niro ve onun özel yaşamida filmde ayricalikli olarak anlatilip filmdeki tüm karakterlerin ruhsal çözümlemelerine kendimizi kaptiriyoruz, içinde buluyoruz. Konuya yine çok girmek istemiyorum ve bunu burada kesiyorum.


 Filmin en önemli sahneleri olarak gördüğüm ki bence Hollywood sinemasinda da efsane sahneler kategorisine girecek olan bölümlerden biraz bahsetmek istiyorum. Önce iki düşmanin karşilikli buluşup restaurant’da çay içmeleri ve hayatlarini konuşmalari. Robert de Niro ve Al Pacino’yu filmde ilk kez karsi karsiya getiren sahne filmin doruk noktasi belkide. Kendi hayatlarindan bahsederken bu ikilinin düşman değilde sanki 40 yillik bir dost gibi muhabbeti bizimde içimize işliyor.
 Filmin bir diğer önemli sahnesi ise bence tabi ki en son bu ikilinin karşilaşmalari hatta birbirini kovalamalari. Neill kaçiyor Vincent kocaliyor, havaalaninin içinden geçen ve filmin sonuna doğru kimin gözlerimizin önünde veda edeğini öğrenmek içinde tabiki bizde heyecanlaniyoruz ve oralari kisa geçerek kazanani da anlatmiyorum ki filmin havasi bozulmasin.
 Robert de Niro ve Al Pacino’nun bu filmde gerçekten bir kez daha efsaneleştiğini izliyoruz hep birlikte. Val Kilmer gibi ve daha diğer bir çok isimde filme inanilmaz katki veriyorlar. Yillardir hafizalardan silinmeyecek ve her zaman izleyenlerin başköşe filmlerinden olacak bu epik suç başyapiti kesinlikle ama kesinlikle izlenilmeye değer..


9 Eylül 2014 Salı

Matthew için True Detective



Bu seferde bu yaz izlediğim ikinci dizime geçmek istiyorum. True Detective. Zaten ilk sezonunda 8 bölümüyle final verdi ve 2015 yilinda ikinci sezonunda bambaşka karakterlerle gelecek karşimiza. Yani 8 bölüm bir sezon için zaten kisa bir sayi ama izledikten sonra bir günde bitirebileceğiniz akicilikta bir seyir şöleni yaşatiyor. Ve size sezonun su gibi akip geçmesini sağliyor.

Benim bu diziye başlama sebebim aslında tamamiyle Matthew McConaughey'in başrolde olmasi. Matthew benim en sevdiğim aktörler siralamamda 1.sirada geliyor ve onun ilk dizisini izlemekte tabi ki beni heyecanlandirmişti. Bunun yaninda dizinin imDb'de 9,3 gibi üstün bir puan almasi beni diziye daha da çok çekti.

Dediğim gibi Matthew dosyami daha başka bir yazimda paylaşirim. Ama Dallas Buyers Club'in üstüne bu dizideki performansi gerçekten çok muhteşem ötesiydi. Beni büyüledi yeniden. Onun yani sira yine usta sinema oyuncu kadrosu dizinin adeta 8 bölümlük bir sinema filmi şölenini yaşatti bana. Woody Harrelson hayatinin en iyi rollerinden birisini oynamiş bana göre. Yine sinemadan gelen Michelle Monaghan'da filmdeki üstün performanslardan.



Film iki ortak cinayet dedektifinin hayatini anlatiyor. İkiside hayat olarak tarz olarak birbirine zit insanlar ve bu insanlarin arasinda oluşan ilginç bağa dikkat çekiyor. Dizinin doruk noktalari bu ikilinin (McConoughey - Harrelson) karşilikli konuşmalari ve cesetleri izlemeleri olarak benim gözüme çarpti.
Dizinin ilk sezonu sadece 8 bölüm. Hemen herkes bir günde bilemedin 2 günde bitirebilir ve gerçekten hayatina başka bir pencereden bakabilir.

Üstün oyuncular ile beraber harika bir Nic Pizzolatto yapimi dizisi. Pizzolatto ikinci sezonunda oynacak ünlüleri daha açiklamasada hemen dünyanin her yerindeki hayranlari büyük bir heyecanla bekliyor. Ben yine Matthew'i isterdim ama olmuyor işte her istenilen.

Bu dizi kisa olmasiyla kaçmayacaklar, ölmeden önce izlenmesi gereken diziler listesini ilk siralardan girebilecek, olağanüstü bir kurguyla harmanlanmiş, usta oyunculardan oluşan başyapit diyebilirim.

İkinci sezon benim tarafimdan heyecanla bekleniyor.

2 Eylül 2014 Salı

Breaking Bad'ten sonra..





 Yabancı diziler artik hayatimizin büyük bir bölümünü aldi diyebilirim ve özellikle benim gibi gençleri yaz günleri evde sıkılmaktan kurtaracak bir formül bu. Malum yazin televizyonda birşey olmaz ki bu aralar zaten siyaset tüm kanallari aldi götürdü o ona görev teslim ediyor o da bi başkasina. Ve arkasindan ardi arkasi kesilmeyen haber kanallarindaki açik oturumlar. Ee gündem yoğun olunca ve diğer kanallarda da izlenebilecek birşey olmayinca biz gençlere yabanci dizi izlemek düşüyor.

 Mesela bu yaz ben baya bir dizi bitirmeyi kafama koymuştum ki bunlarin başinda dünyanin en iyi dizilerinden biri olan Breaking Bad vardi.

                                                             Breaking Bad.

                                          


 Gerçekten dünyanin en iyi dizileri bir elin parmaklarini geçmez 'en iyi' diyorum. Hadi bilemedin iki elin parmaklari olsun. Ki bu dizilerden de herkesin malumu olanlar bellidir. Bende Breaking Bad'e işte bu yüzden başladim. Arkadaş çevresindeki baski ve bendeki bu diziyi izleme tutkusu. 


 5 sezon 62 bölüm bir anda bitiverdi sanki hiç anlamamiş gibi, uykun geldi mi seni ekran başinda tutuyordu dizi 'dur bi bölüm daha yo!' der gibiydi Jesse Pinkman. 

 İnanilmaz keyifli bir diziydi benim için, hayatin aci dolu, mutluluk dolu ve pişmanlik dolu anlarini dibine vura vura yaşatti bana. Hayat dersi gibiydi adeta açgözlülüğün sonunda getirdiği hirsi ve hirsin getirdiği pişmanliği.

 En yakinindaki kişiye bile güvenmeme duygusu, önüne çikan tüm engelleri öldürme ve dünyadan yok etme hissiyati. Doruk noktasina ulaşan açgözlülük ve yasadişi işler yapmayi amaç edinmiş iradesiz bedenler. 

 Dizi hayatin tüm enlerini sonuna kadar anlatiyor. Aciyi, kazanmayi ve kaybetmeyi, dibe vurmayi, köşeyi dönmeyi, aşki, fedakarliği, masumiyeti, inanmişliği, safliği... Ve daha birçok hissiyati. 

 İzlenilmesi ve ders alinmasi gereken dizilerin başinda. Şiddetle tavsiye etmek bile az kalir sanki yaninda.


                                                 

29 Ağustos 2014 Cuma

İzle, Eğlen ve Geç




Hani bazi filmler vardir ya konusu senin için önemli değildir kavga dövüş, macera, vurma kirma, silahlar konuşsun yeter ki dersin ya o filmlerde. Konusu olmasa da olur ama oyuncularin muhteşemliğiyle birleşen macera filmi senin hayatinin filmi olur ya. Büyük oyuncular o kadar güzel oynar ki senin gözlerinin önünde belkide konusu senin en son düşüneceğin şeydir filmin. İşte Cehennem Melekleri serisi tamamen bundan ibaret. Büyük oyuncularin harika rolüyle konu uçar gider ve kavga sahneleri kalir senin aklinda.

15 Ağustos'ta serinin 3.filmi çikmişti ve ben tabi ki hemen izledim o gün çünkü ordaki olanlari hemen izleyip 2.filmden sonraki heyecani atmaliydim üzerimden. Evet öyle de oldu filmi izledim ve inanilmaz bir rahatlama geldi bana ve ayakta alkişlanilacak macera şöleni. Sonra üstünden zaman geçince aynen dediğim gibi süper starlar sayesinde konuya ve filmin bazi sıkıcı yerlerine hiç dikkat etmemişim bile. Stallone, Statham, Snipes, Ford, Li, Schwarzenegger, Gibson ve daha birçok yildiz oyuncu. Zaten bu isimleri gördükten sonra o filmi izlememek elde değil. Kesin kavga gürültü var yine diyosun içinden ve heyecanlaniyorsun filmi beklerken.
İşte ben tamamen böyle oldum üstelik filmin etkisine o kadar kaptirmişim ki kendimi iki defa izledim ve ikinci izleyişimde tabi ki bazi eksikliklerinde farkina vardim.



Herşeye rağmen "izle, eğlen ve geç" modunda izlenebilecek ve keyif alinabilecek harika demek yetmez olağanüstü oyuncularin resitaliydi benim için The Expendables 3.

İzlerken konuyu anlamaya çalişmayin keyif almaya bakin maceradan ve oyunculardan..

28 Ağustos 2014 Perşembe

Resimden Heykele Michelengelo


Uzun zamandır bir araştirma yapiyorum ve bu arastirmami da burada paylasmak istedim. Konum ise Ronesans’in baş karakterlerinden Michelengelo. Ben bu konuya öncelikle Sistine Şapeli’nden giriş yapmak istiyorum. Evet Sistine Şapeli’nin şu anda tavanlarini süsleyen olağanüstü resimler Michelengelo’ya ait. Bende buradan yola cikarak arastirmama basladim. 1500’lu yillarda o zamanin Papa’si II. Julius tarafindan Michelengelo’ya yaptirilan bu resimlerin birazindan bahsetmek istedim. Papa bu resimler ilk gordugunde Michelengelo’ya resimlerin cok acik ve terbiyesiz oldugunu soylemiş bunun uzerine de Michelengelo, Papa’ya siz önce dünyadaki terbiyesizlikleri duzeltin, temizleyin benim resimlerimde kendiliğinden temizlenir, düzgün hale gelir cevabini vermistir. Bu resimler hala orjinalligini koruyor ve bu da buyuk bir ustanin elinden ciktigini bize apacik bir sekilde sunuyor. 

Bu resimlerden oncelikle Tanri’nin Adem’e hayat verisinin anlatilmasi resmi herkes icinde ayri bir yerdedir. Bu resimde onemli detay parmaklarin birbirine olabildiğince yakin olmasidir. Eserde Hz. Adem bu cana uzanan Tanri ise cani verendir. Yine bu resimlerin icinde Hz. Adem ve Hz. Havva’nin yasaklanmis elmayi seytandan alip yemeleri ve cennet bahcesinden atilislari da canlandirilmistir Michelengelo tarafindan. Yine bu resimlerde Hz. Nuh’un canlandirilmasida vardir.

Geleyim en önemli konuya ki Michelengelo’nun asil meslegi olan heykeltiraslik, bende bu konuda asil arastirmami yaptim ve en onemli iki heykeli anlatmak yazmak istedim. Bunlardan birisi yukardaki resimde de gözüken Pieta heykeli digeri ise Hz. Davud’un canlandirildigi heykel. Bunlar Michelengelo’nun en onemli eserleri olarak geciyor tarih kitaplarinda da. Ben once Pieta’dan baslamak istedim.
Pieta, kucağinda Hz. İsa’nin cesedini tutan Hz. Meryem Ana heykelidir. Heykelin en dikkat cekici yonu ise bence Hz. Meryem’in yuzunun genc gozukmesi ve Michelengelo buna cevap vererek Hz. Meryem’in safligi ve bakireligi yuzunden gencligini muhafaza ettigini soyledigi aktariliyor kaynaklarda. Heykelde tam olarak anlatilmak istenense Hz. İsa’nin çarmihtan indirildigi andir ve artik Hz. İsa’nin cansiz bedeni annesi Hz. Meryem’in kollarinda yatmaktadir. Burada da dikkat cekici nokta bana göre Hz. Meryem’in Hz. İsa’nin bedenin sağ eliyle kavrarken sol eliyle de bedeni izleyici sunmasidir ve yine bence en guzel nokta Hz. Meryem bunu yaparken yuzu yere dönüktür ve bu da müminlerin yüzüne dogrudan bakmak istemedigi yuzundendir diye soyleniyor. Heykeli etkili kilan ve biricik olmasini saglayan ise Michelengelo’nun imzasini tasiyan tek heykel olmasidir. Michelengelo imzasini Hz. Meryem’in kiyafetini bir arada tutan kusagin uzerine yontmustur. Simdi bu heykel San Pietro Katedrali’nde ozel bir yerde kornuyormus, bencede gidip gorulmesi gereken bir basyapit.

Diger ve son esere geçeceğim yazimda. Bu eserde yine Michelengelo’nun en önemli eserleinden sayilan Hz. Davud heykeli. Bu basyapitta iste Hz. Davud’un Golyat’a saldirmaya karar verdigi ani simgelemektedir. Yaklasik 5 metre boyunda olan heykel Floransa sehrininde en önemli sembolü olmustur. Heykelin en onemli yani ise insan oranlarinin hemen hemen ayni olmasi ve bunun heykele adeta gercek gibi yansitilmasi olarak dusunuyorum ben. Ve yine ilginc olani da Hz. Davud’un Kudüs’u fethinin 3000. yilina ozel olarak bir
 kopyasi Florensa’dan armagan olarak Kudus’e gonderilmistir. Ve bizim dinimize gorede ayni sekilde Kudüslülerde de heykel sehre gelince buyuk bir firtina kopmus ve ciplak figurun kabul edilmemesi gerektigi soylenmistir. Uzlanma saglanip giyinik heykel olarak kopyasi sehre gonderilmistir bu ilginc tarihi de anlatmak istedim. Ve asil gercek heykel ise su anda Floransa’da Akademi Galerisi’ndedir.





Ben bu yazimi Michelengelo’ya ayirmak istedim ve arastirdim yazdim. Sanat meraklilarina duyurulur bu yazim..